29 Aralık 2009 Salı

Ev arkadaşımla atışma (aşıklar gibi)

Aşağıda okuyacağınız ilk hikaye (kahve kokulu felaket) ev arkadaşım Orçun tarafından yazılmış ve Facebook sayfasında paylaşılmıştır. Olayların vahşet kısımları hariç geri kalanları doğrudur.(Hayal Dünyası Kıt). Onun altında bulunan yazı (Orçun'a Cevaben) ise Orçun'un hikayesinde geçenlerin karakter tahlili olup şahsım tarafından yazılmıştır. Oha bu kadar okunur mu? diyenlere kafam girsin. Zaten okuyan da yok anasını satıyım. Kendi kendimize kedi gibi takılıyoruz burada.



Kahve kokulu felaket

Her şey batu’nun okuldan arkadaşı Serkan’ı eve getirmesiyle başlamıştı. Serkan dıştan evlenilecek adam portresi çizse de içten içe sinsice planları olan uyuşuk bir gençti. Batu ise naif duygularla insanlara yaklaşan tam bir ege insanıydı. Bu grupta bir de üçüncü vardı, o da orçun’du. Orçun hayatını çalışmaya adamış bir ajans çocuğuydu. Tam bir emekçiydi. Bu durum diğer zengin bebeleri için ise tam bir dalga konusuydu. Ama bu durum orçun’u hiçbir zaman geri plana atmadı bilakis daha da güçlendirdi. Çünkü emekçi orçun’un felsefesi; beni öldürmeyen şey beni güçlendirirdi.
Ders çalışma bahanesiyle odaya kapanan Serkan ve batu’ya iyilik yapmak isteyen Orçun yanlarına gidip “türk kahvesi içmek ister misiniz” diye sordu. Olumlu yönde cevap olan Orçun mutfağa gidip kahveyi hazırlamaya başlamıtı. Bu sırada da Serkan batu’yu Orçun’a karşı dikkatli olması yönünde uyarılarda bulunuyordu. Orçun kahveleri hazırlayıp odaya gitti. Hep beraber içilen kahvenin ardından hoş bir muhabbet ortalığı kasıp kavuruyordu. Tam bu sırada orçun’un canı soda çekti ve bu arzunu arkadaşlarıyla paylaştı. Onlardan soda almalarını talep etti. Kahveyi kendisinin yapmış olduğunu belirterek böyle bir şey istemeye hakkı olduğunu düşünüyordu. Ama iki zengin bebesinin böyle bir talebe arz göstermek gibi bir niyeti yoktu. Zaten uyuşukluğuyla ünlü olan Serkan hiç üstüne alınmamıştı. Naif duygulu ege insanı batu’nun içinde bir acıma duygusu oluşmuştu ki serkan’ın Orçun hakkında söylediği asılsız sözler bir anda aklına geldi ve tüm naif duygular yok olup gitti. Orçun’un soda isteğini karşılıksız bırakan Serkan ise zenginliğinin ve şehvet duygusun verdiği bir yüzsüzlükle ikinci bir kahve daha istediğini belirtti. Bu istek karşısında neye uğradığını şaşıran Orçun haşin ama anlamsız gözlerle serkan’a bakıp : ne kadar arsız olduğunu vurguladı. Bu da yetmezmiş gibi Serkan ikinci bir istekte daha bulundu. “sodayı alırım ama türk kahvesinin yanında bir de nescafe yapacaksın” dedi. Zengin bebesi Serkan, emekçi orçun’u parasıyla satın alabileceğini düşündü. Bu lafı duyan Orçun sinirlerine daha fazla hakim olamayarak elindeki Kütahya porselen marka kahve fincanını serkan’ın suratına fırlattı. Böyle bir tepkiyi hiç beklemeyen Serkan bir an irkildi ve yerinden fırladı. Bu olaylar sırasında ise batu hiç istifini bozmadan yatağın üstünde kahvesini yudumluyordu. keyifle bardakta ki rakısını yudumlayan bir egeli edasıyla içiyordu kahvesini. Ders çalışmaları gerektiğini söyleyerek kavgaya son vermeleri gerektiğini düşünse de Orçun ile Serkan arasında kavga hiç de biteceğe benzemiyordu. Lakin öyle de oldu. İlk darbeyi alan Serkan orçun’un üstüne yürüyerek “ sen benim kim olduğumu biliyor musun çocuk?” diye sordu. Üzerindeki pahalı giysilerden anlaşılacağı üzere serkan taşaklı bir ailenin oğluydu. Ama emekçi Orçun için bunların hiçbir önemi yoktu ve serkan’a bir yumruk attı. İkinci bir şok geçiren Serkan da orçun’a tekme ve tokatla saldırdı. Kahvesini yudumlayan batu ise olaylara sadece bakmakla yetiniyordu.
Aradan 2 saat geçti ve olay yerine gelen polisler serkan’ın burun deliklerine kahve fincanı sokulmuş bir şekilde yerde yığılı olarak buldu. Emekçi Orçun ise bir an için serkan’ın zengin ailesinden korkup, ilerisini de düşünerek evden fırlayıp beşiktaştaki en ucuz kahveciye gitti. Batu ise emekli olup izmir’e yerleşmenin hayalini kurarken yatağın üstünde uyup kalmıştı.




-------------------------------------------------------------------------------------

Orçun'a Cevaben



Ah şekerparelerim. Ah döşleri aslan döşü, elleri kartal pençesi, kafaları boğa kafası bebeklerim. Facebook ve Msn den uzak bohem hayatımı olabildiğince sessizlikle ve güzelliklerle bezelemeye çalıştığım günlerde yaşadığım talihsiz olayları Orçun adlı ev arkadaşımdan bir basın açıklaması şeklinde okumuşsunuz. Doğal olarak bana bir cevap hakkı doğdu (ateş hattı gibi). Peki, basın açıklaması gibi duyuruyu Facebook üzerinden duyuran bir oluşuma ne kadar güven olur? Soruyorum size. Thom Yorke o hüzünlü şarkılarının sözlerini Facebook üzerinden paylaşmış olsa ona “orta sınıf duygulusu” demez miydiniz? Allahınızı severseniz söyleyin, altında “GülchIn like this”, Adem commented that: “ baba choq qral sharqı yapmsin, aLeM qEleK dİnLe RaDiOHead” yazılarıyla taçlandırılmış bir şarkıyı dinleyip “bat ayma kriiiiip ayma viiidoooov” diye uzun otobüs yolculuğu esnasında camdan dışarı bakarken hüzünle eşlik edebilir miydiniz? Thom York’u; Facebook, Adem ve GülchIn arasında eşleştirebilir miydiniz? Cevabınız evet ise hepinizden tiksiniyorum lan.

Neyse konumuza dönelim. Dediğim gibi şu günlerde sessizlik ve yalnızlık içinde adeta bir dervişçesine çile çekerek mutlak güzelliği bulmak umudundayım. Bu süreç içinde olaylara bakış açım ve karar mekanizmalarım neredeyse tamamen değişti bebeklerim. Çakralarım; Taksimde, seyyar satıcının arabasındaki ateşte kızaran kestaneler (tamlamadan geçmem, dünya benden geçmedikçe) gibi patladı. Artık her şey o kadar net ve o kadar berrak ki. Hiç kimse ne haklı ne haksız, hiçbir olay ne kötü ne iyi. Bu düşünceler beni ululuğuyla ilk önce bir Gandhi’ye, sonra duygusallığıyla bir Kayahan’a, en son umursamazlığıyla bir Egeliye dönüştürdüler. Sonra sıralamada (Gandhi> Kayahan> Egeli) olan sikkoluğu çakozlayınca aniden karar değiştirip naif’in, tırt’ın kralı oldum. Ekonomi mi tartışılıyor? Serinkanlı bir çakal gibi atlayıp “sizin de söyledikleriniz doğru ama konjonktürler” diyorum. Felsefe mi tartışılıyor? “ o da doğru ama diyalektik” diyorum. Önce karşımdakine yavşak gibi hak verip, sonra “ama” bağlacıyla veriyorum terminolojiyi, basıyorum ilginç gibi kelimeyi sonra buradan ekmek yemeye çalışıyorum.

Fark ettiğiniz gibi anlatılan olay üzerinde hiçbir şekilde kendimi haklı çıkartmak gibi bir amaç gütmüyorum. Şahsen olayın oluş aşamalarında bulunduğum noktaların hiçbirinden, anlatıldığım pozisyonlarda olmaktan rahatsız değilim. Çünkü Orçun da haklı ama olayı kaleminden yanlı olarak dinlediğiniz kişinin iç dünyasını başka bir gözle daha yorumlamak devamında yazısını tekrar okuyup anlamak lazım.

Orçun gerçekten ilginç bir insan bebeklerim. Kendisi müzikal anlamda “Serdar Ortaç ile Cat Power’ı”, spor anlamında “Pilates ile SmackDown’u” aynı potada eritebilmeyi başarabilmiş nadir bir canlı. Daha önce anlattığım, yeni kazandığım düşünsel yetilerimle “olm zevklerle renkler tartışılmaz yeaa” diyerek bunları anlayışla karşılayabiliyorum. Ancak sizlerin de kendisinin yazısında sezinlediğiniz gibi ünlü feylesofların görüşlerinden, popüler ekonomik sistemlerin üzerinden adeta bir tez canlı insancasına pay toplama çabası gerçekten komik bir durum. Resmen Nietzsche’den alıntı yapmış ve yazısının en vurucu yerlerinden birine oturtmuş bu alıntıyı. Şimdi ciddi olma vakti arkadaşlarım! Siz hiç, bir tek soda için yarım saati aşkın pazarlık yapan nihilist gördünüz mü? Hangimiz Frederich Nietzsche’yi bir elinde kahve, bıyıklarını ovalarken Kierkegaard ile “hocı kahveyi ben yaptım sodalar senden ehehe mehehe” şeklinde tartışırken hayal edebiliyoruz? Hele gülerken dişinde kalmış kahve telveleriyle. Bu adam acı içinde anlamsızlıklarla kavrulurken bir soda-kahve tartışmasına kurban gitti resmen. İçim acıyor.

Onu geçtim peki sosyalist sistem üzerinden prim toplama ne oluyor? Bir arsız gibi insanların eşitlik duygularına olan inançlarıyla oynamak nedir? Ay yüzlülerim, sizlerle şunu paylaşmak isterim ki bu yaralı parmağa işeyecek dermanı olmayan insan Orçun; Karl Marx ile Kahvehane yancısı Cevdet’i de aynı potada eritmeyi hatta süblimleştirmeyi başarmıştır. Das Kapital’in içindeki teorilerle bebe gibi oynayarak parşömen kağıda, el yazması “Adım Adım Yancılık ve Sosyalizm Üzerinden Duygu Sömürüsüyle İnternetten Para Kazanma Rehberi” adlı 13 ciltlik saman balyası gibi bir eser yazmış fakat kitabın adı çok uzun olduğundan basmak için sponsor bulamamıştır. (Ek not: Kitapta hakaret olarak “zengin bebesi” ve “kapitalist” sıklıkla kullanılmakta). Eğer Karl Marx kendi görüşlerinin böyle kötü bir insanın elinde hunharca katledildiğini görseydi eminin yere çömelip elleriyle dizlerine vura vura, tepine tepine ayı gibi ağlardı. Belki kendini kaybedip sakalını yolar, acıdan gömleğini yırtardı fakat Orçun “abi neyin var? kız meselesi mi?”, “Su getireyim mi hacı?” bile demez, elini bile tutmazdı. Daha önce dediğim gibi Orçun yaralı parmağa bile işemeyecek bir adam çünkü.

Hiç Serkan’dan bahsetmedin dediğinizi duyar gibiyim. Siz de soğudunuz çünkü Orçundan biliyorum. Serkan Serkan diye bağırıyorsunuz.

Serkan senin, benim gibi insan. “Abi nasılsın?” sorusunu “iyidir” diye cevaplayabilecek kadar düz bir insan. O da yolunu bulmaya çalışıyor babasının yanında. Ekmek yemek, su içmek, rızık bulmak derdinde. Sadece Serkan, ben çalışıyorum filan diye her konu açılınca bahsetmiyor. Çok düz bir insan yani Serkan. Hollanda gibi. Ara sıra inadı tutuyor sadece. Orçunla tartışmış olmalarına rağmen tamamen anlaşamıyor değiller. İkisinin de ortak birçok yönü var. Yemek yemek, listening to music ve sıçmak gibi.

Evet gençler böyleyken böyle. Olay örgüsünü zaten bildiğiniz için ben sadece üzerime düşeni yaparak olayın kahramanları hakkında naçizane görüşlerimi aktardım ki siz olaya farklı bir perspektiften bakın, gerçekleri görün diye. Karar sizin elinizde.

Saygılar.
Batuhan (Yatakta yatan)

Ek: Son olan olayı eklemek gerektiğini düşündüm.

Facebook’um olmadığı için Orçun’dan bu yazıyı kendi Facebook profilinde yayınlamasını rica etmek amacıyla odasına gittim. Kendisini yüzükoyun yere yatmış laptoptan Ebru Şallı eşliğinde pilates yaparken yakaladım. Durumu izah edip yazımı yayınlamasını istediğimde bana “bahliyata bakar” dedi. Bakliyatla ne kastettiğini, isterse akşam ona nohut pişirebileceğimi belirtince yüzünü yerden kaldırıp “Maddiyata bakar dedim salak!” diye son derece çıkarcı ve kırıcı bir laf etti. Çeşitli pazarlıklara rağmen (yemek ısmarlama, trink 20lik vb.) 100 liranın altına düşmedi hayvan. Bu pazarlıklar sırasında arada 20 tane mekik çekti. O sırada Ebru Şallı “acıyı seviyoruz “hüüü”(nefes alış), tüm kas-la-rımı-zın yandığını hissediyoruuuz “phhhhhh” (nefes veriş) “ diyordu. Orçun’a baktım. Dudaklarını büzmüş karnını içeri çekerken Hawaii’li, palmiyeli mavi şortuna gözüm takıldı. Orçun“Hüüü”lüyordu. Bu çocuktan resmen tiksiniyordum.

28 Aralık 2009 Pazartesi

Camız vs Bufalo

Sodomy'nin blogunu okuduktan sonra bütün gün "bu bardaki tüm Arizonalıların anasını bufalo siksin" cümlesiyle gezindim çevrede. Sokaktaki her insana istisnasız Arizonalı olarak baktım. Her gün yüzlerce defa "tipini sikiiim" ifadesini kullanan ben, bu uzun hakarete alışamadığım için birkaç kişiyi es geçmek zorunda kaldım. Onların ayrıca tipini skiim buradan.

Sonra gerçekten hayal ettim. Amerikan barına girip "bu bardaki tüm Arizonalıların anasını bufalo siksin" diye bağırmayı. Ulan bir tane arizonalı kalkıp "hangi bufalo lan kalk göster" dese çok skimsonik bir durumda kalacağımı fark ettim. Hayatımda hiç bufalo görmedim lan ben. Bufalo sanki en azından hayatta bir kere belgeselde görülecek gibi bir hayvan. Ama ben görmedim. İşte öyle bir durumda ben bufalo yerine camızı göstersem o bardaki tüm arizonalılara sittin sene ta.ak konusu olurum. Dövseler yine iyi olur. Hayır camız da siker ama konu o değil. O atardan sonra camız da siker demek beyhude olur çok. Ha camızla bufalo kapışsa hiç tereddüt etmeden tüm rızkımı camıza bırakırım o ayrı. Camız bence bufaloyu sikertir. Bi kere isimden kazanıyor. Keşke adım camız olaydı lan.

Sırf bir barda böyle bir terbiyesizlikte bulunmayayım diye bufalo resmi koymayacağım ve bufaloyu öğrenmeyeceğim.

Eğer bunu okursa kafamı çalıştırdığı için yu vin pörfekte teşekkür ederim.

25 Aralık 2009 Cuma

Twitter, Ümük, Sanat, Bilim Hakkında

Twitter çok garip bir sosyal platform. Burkina Faso nasıl? gibi bir soru sorup cevabını 10 satırı geçmeyecek şekilde yazmanı isteyen hoca gibi. Zaten içinde "takip" kelimesi geçen herşeye mesafeyle yaklaşan tırt bir insan olduğum için bu platforma karşı olabildiğince mesafemi korumaya çalışıyorum.
(Hıhı bence de platform çok yavşak bir kelime)

Her neyse, geçen gün takipçi sayımda olan artışa bakarken arada "TÜRKİYE BİLİM SANAT" diye bir güruhun (güruh diyorum çünkü baya takipçisi var. Ayrıca bana göre 2 erkekten fazla olan her grup bir güruhtur) beni izlediğini gördüm. Ergen şiirlerim, birkaç dandik hikayemle sanata; kezzap içerek ibretlik olan çocuk hikayesi ve pil yalamak dışında bilime yararlı olmam dışında memleketime bilim ve sanat açısından karınca götü kadar katkısı olmayan bir insan olarak böyle bir topluluğun alelade şekilde beni takip etmesi açıkçası beni biraz tırstırdı. (Ne biçim cümle kurdum lan)

Kolay değil arkadaş iki yüz küsür kişi. Yarın bir gün yanlış birşey desem, o çok sevdiğim ümüğümü keten iple sıkarlar. Resmen korkuyor gibiyim.

BENİM İÇİN GÜRUH (ÜMÜK SIKABİLME POTANSİYELLİ)













ÜMÜK (TEMSİLİ)

Kötü Filmin Güzel Memesi

Başarısız filmlerde kullanılan "Kötü film memesi" diye bir kavram var. Kavramdan ziyade bir tür yaşam formu, asalak gibi. İster korku, ister gerilim, ister komedi olsun bu meme çıkınca dünyanın en sikko filmi bile olsa bir izleyici kitlesi oluşturuyor. Yönetmen misin? Konuyu mu bağlayamadın? Yapıştır bikiniyi,ver memeyi. Milyon çeşit meme görsen bile yine mirket gibi bakıyorsun bu memeye. Göremezsen sinirin bozuluyor, kızıyorsun hatta. İlginç gibi ama değil.



Ek not: "Meme" çok tekrarlanınca anlamını kaybediyor gibi. Meme.


KÖTÜ FİLM MEMESİ ÖRNEĞİ: