“üç kere üç dokuz eder
bilirsin
birin karesi birdir
kare kökü de
bilirsin
“mutlu aşk yoktur”
bilirsin….
ama baharda ya da dışarıda
sonsuz göğün altında
aşkın aşkla çarpımı
nedendir bilinmez
garip bir biçimde
hep sonsuzdur…”
Turgut Uyar / Sibernetik
***
Hepsi konuşuyor. Bi’şeyler anlatıyorlar çocuksu bir neşeyle. Bazısı karşı cinsin, bazısı doğanın güzelliğinden dem vuruyor. Birisi gereksiz mimik ve jestlerle heyecan içinde aylardır yanında duran kızın ne kadar güzel olduğunu şimdi anladığından bahsediyor. Bir diğeri kavilleşmek derdi içinde konserlerden, yakın tarihli aktivitelere katılmaktan konuşuyor; bunlara katılmak için yandaş aramak derdinde bir yandan. Onlar baharın ayan beyan gelişinin kanıtlarını sunuyorlar aslında fark etmeden. Önümüzde vaktinden çok önce gaza gelip şort giyen bir genç duruyor; bize 24-A sınıfının yerini soruyor. Hep bir ağızdan bağırarak yine gereksiz bir coşkuyla anlatıyorlar sınıfın yerini. Üniversitenin rahatsız kantin sandalyesinden şöyle bir kaykılıp çocuğun dallı böcekli şortuna bakıyorum. O sırada pembe tabanlı parmak arası terlik de giydiğini fark ediyorum. Tamamen emin oluyorum artık baharın geldiğine. Fakat onlar konuşuyor, giyiyor, seviyor bense susuyorum, susuyorum, hep susuyorum. Üstümde kıştan kalmış bir ölü toprağı.
Gördüğüm manzara karşısındaki şaşkınlığımı üzerimden atmak için okul hudutlarından çıkıp sigara tellendirmeye karar veriyorum. Kapıdan çıktığımda tatlı sıcak belime belime vuruyor; parlak güneş ışığı eski okul binamızın karanlığından büyümüş göz bebeklerime saldırıyor, gözlerimi kısmak zorunda kalıyorum.
***
( Tam bu noktadan sonra yazar Travis- Love will come through şarkısının dinlenerek yazının okunmasını öneriyor.)
***
Gözlerim yavaş yavaş alışırken ışığa onu görerek sarsılıyorum. Bir gariplik oluyor bünyemde. Kimyam 523 km/saat hızla değişmeye başlıyor. Kalp ritmim bozuluyor. Kulak zarlarım bu ritme ayak uyduruyor. Tüm güzelliğiyle yine gelmiş. Tam karşımda yeşil yeşil bakıyor bana. Koşup hemen doyasıya sarılmak, öpmek istiyorum. Ama yapmıyorum, yapamıyorum. Ritüellerimiz var bizim. Küçük bir oyun aslında aramızda olan biten, tutkuyla dolu, alev alev bir yaz aşkı. Hep aynı şeyler olur; o her sene ansızın gelir, aklımı başımdan alır. Kavuşmayız hemen birbirimize, naz yapar önce. Onu elde etmem için uğraşmam gerekir, onunda benim de olgunlaşmamız gerekir hep. Çünkü ikimizde çok iyi biliriz ki aşk ulaşamadığınca güzeldir. Hemen elde etsem aynı tadı vermez bana, ekşidir, acıdır, başladığım anda tüketeceğimdir onu. Sonuçta keyifsiz, anlamsız bir sevgi olarak geçecektir anı defterime. Bilirim, biliriz…
Oyuna uyarak görmezden geliyorum onu. Ama içimdeki alev alev yanmaya başlayan heyecanı söndüremiyorum. Bir anda onların neler hissettiklerini anlamaya başlıyorum. Vaktinden önce allı güllü rengârenk şort, parmak arası terlik giyen çocuğu bile anlıyorum bir nebze. Hatta o kadar kifayetsizleşiyorum ki içimden çırılçıplak koşarak derse girip; cenk hocayı öpmek geçiyor. Fakat insanlığın, arkadaşlarımın en önemlisi cenk hocanın buna hazır olmadığını düşünerek kendimi engelliyorum.
Beynimde Travis den “Love Will Come Through” çınlarken giriyorum sınıfa. Geç kalmışım, hoca çoktan girmiş derse ama en ufak umurumda değil. Yüzümde aptal bir sırıtmayla hocadan izin istiyorum, onların yanına oturuyorum. Hayatımda ilk defa bir matematik dersini bu kadar şevkle dinlemeye başlıyorum.
“İki bilinmeyenli iki denklem” diyor hoca. Gülüyorum. Birinci denklem benim, ikincisi ise o. O olmadan ne ben anlamlıyım, ne de ben olmadan o. Birbirimizi çözeriz biz. Zaten hep o alttan alır. Öyle bir yar. Ne desem, ne kadar kızsam tek laf etmez ki. Güzelliğiyle susturur hep beni. Suskunluğuyla, tadıyla anlatır bana gerçekleri…
“şimdi bulduğumuz x’den y’yi çözelim” diyor hoca. Düşüncelere dalıyorum. Onunla geçen saatlerim geliyor aklıma. Ona karşı koyamayışım, onun o diri teninin tattığım an ateşimi söndürmesi. Kimi zaman tuzla, kimi zaman buzla. Ama yok yok ben onun o yuvarlak hatlarını en çok sadeyken seviyorum. En çok o zaman tadını alabiliyorum aşkın.
“işte problem burada bitti” diyor hoca. Bir anda korku kaplıyor içimi. Dizlerim titriyor, engel olamıyorum. Yaz aşkı dedim ya işte. Bitecek biliyorum. En tatlı yerinde çekip gidecek. Tadı damağımdayken bir anda kaybolacak hep yaptığı gibi. Oyunun sonu gelememesi için yapıyor bunu biliyorum. Aşkımızın ölmemesi için. Her sene geleceğini bilsem de korkmaktan alamıyorum kendimi. Hiç bitmesin istiyorum. Gidecek ama yine bitecek, elimde değil, bir anda yok olacak. Markette, yolda, pazarda dolanırken hep onu arayacak yine gözlerim. Biliyorum, biliyorum…
Gözyaşlarımı tutamıyorum artık. Sağ gözümden sevinç, sol gözümden kaybetme korkusunun yaşları akıyor. Çenemde birleşiyorlar. Büyüyerek aşkı oluşturuyorlar orada sanki. Onlardan biri dönüp iyi olup olmadığımı, neyimin olduğunu soruyor. Titreyen dudaklarımla zar zor “can erik” diyebiliyorum. Sorgular gözlerle bana bakıyor. Anlamıyor belli ki, bilmiyor aşkın ne olduğunu. Gözlerimde yaşlarımla gülüyorum hafifçe ve tekrarlıyorum giderek sessizleşerek 3 kere: “Can erik, can erik, can erik”… Bahar geliyor, oyun başlıyor…
21.05.2009
12 Eylül 2011 Pazartesi
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder